Thursday, November 11, 2010

Noktalamalar....cümlemeceler.....

Epey zamandır yürüyordu genç adam. Tepenin başına geldiğinde, batmakta olan güneşin ağacın dalları arasından hala gözlerini alabildiğini farketti. Hala güçlüydü. Usulca oturdu patikanın sonundaki kayalığın üzerine. Hayatındaki pek çok şeyi de arkasında bıraktığı şu patika gibi geride bırakmıştı.

Hepimiz kendi hikayemizi yazarız. Hikayenin tümcelerini özenle seçer, öznelerini kendimiz belirleriz.ve fakaat...Zaman zaman anın büyüsüne kapılır bitmesin diye uzatırız cümleleri. Bitmesi gerektiğini bile bile bırakamayız tümcenin öğelerini.Noktayı koymak kadar noktadan sonra yeni bir cümleye başlamak da ağır gelir zaman zaman. Bazense noktayı şükrederek koyarız son erdirdiği için tüm yaşananları ve korkularımızın zincirleriyle bağlar, hikayenin devamını getiremeyiz...

Genç adam da nokta koymanın vermiş olduğu ağırlığı hafifletmek için yeni cümleler kurmak yerine noktada kaybolmayı seçmişti. Bir kopuş, ayrılış, noktası sağlam bir son hissediyordu tüm benliğinde. İçini hüzünle doldurmak aslında kendine acımasını kolaylaştırıyordu.

Kendine acımak...ne büyük gaflet...NOKTA'yı SON olarak görmek ne büyük kayıptı oysaki...

Öyle bir ana saplanır kalırız zaman zaman...Ne arkamızda doğmakta olan aydan haberdarızdır, ne batan güneşin aydınlattığı yolu görebiliriz denizin üstünde. Gözlerimiz öyle esiri oluruverir ki gün batımının; görmez, hissetmez, fark etmeyiz ne nokta ardına sıralanan yeni cümleyi ne noktaya gücünü veren kelimeleri. Böylesi kolaydır, bahanesi bol bir acıma mekanizması!

Yaşanmış herşey, kurulan her cümle, sarfedilen her kelime, noktadan sonraki cümle için yazılmıştır oysaki. Yeni cümleleri kurabilmek için vardır o nokta ve yeniden derin bir soluk alabilmek için.. Ne cümleleri oluşturmadan bir hikaye yaratabilir, ne soluğumuzu tutarak yaşayabiliriz...

Güneş denizin üstüne yansıyan gölgesiyle yaptı son selamını.Sonra usulca yol verdi kutup yıldızına, NOKTA'nın SONSUZluğundan yeni cümelere ışık tutması adına...

No comments: