Thursday, January 8, 2009

Dolunayla yüzleşme.......

Çook eski yıllardı o zamanlar bir dostum vardı A.E.T. Kendisi yürümeyi çok severidi. Birkeresinde bana demişti ki "kızancık ellerimi arkada bağlayıp aya kadar yürürüm ölece" anlamışsındır herhalde ne kadar çok sevdiğini yürümeyi.Geçen gülnlerin birinde bindim aya giden en yakın trene monster a bi baktım bana ona bakışı hem beni de ala yanına hemde biraz daha uyuyim aya kadar yorma beni der gibiydi heleceğini sandı uyu dedim yorulma daha fazla hele sen dinlendaha çook zamanımız olucak seninle uyu sen şimdilik üzgün bir şekilde tamam dedi ve yumdu gözlerinialnına bir öpücük kondurdum ve horlamaya başladı.Garajdaki diğerlerinden özür dilerim monster adna. Trene binerken farketmedim sonrasında başladı zaten bir terslik aslında benim dikkatsizliğim kafamın doluluğundan fark edemedim trenin o kadar bol oluşunu giderken trenin sesine dağıldı zar zor topladığım dikkatim neden beden başka kimse yoktu neden ben ayaktaydım. Zaten trene bindiğim yer de bi acaipti kafamın doluluğundan onuda fark edemedim siz hiç ormanın içinde ağaçların arasında durağı ya da istasyonu olmamasına rağmen ağaçların yanından sadece dolunayın görüldüğü bir yerden yolcu alınan bir tren gördünüz mü? Bende görmemiştim ama artık çok geçti istasyonlarda durmadan geçmesine rağmen yolcular belirleşmeye homurtular uğultulara dönüşmeye başlamıştı trende.Neden oturmadığımı da zaten o zaman anladım.Herkesin önceden rezarvasyonu vardı. Sakat dolunay avcıları, doğaüstü/altı yaratıkları, gece gezicileri, ağaçtan ev katilleri, ses bükücüler, sokak kanunlarının kaçıkları, hava yiyiciler, mürekkep tükürenler ve daha bunlar gibi bir çoğu yani anlayacağın günlük hayatta karşına pek çıkmayan tipler haaa bir de yedi katiller.Yanlış trende olduğumu anlamam(kişisine göre değişsede) pekte uzun sürmedi.Önce ağaçtan ev katilleri saldırdı kollarıma ormanın kokusu sindiği için eğer ormandan burnuma kaçan toz toprak olmasaydı hapşuramayacak ve sarsılamayarak kollarımı çekip ağaçtan ev katillerini boşa düşüremeyecektim.Onları saldırısı farketip cebimdeki Nil adı verilen nehirden aldığım sudan döküp işlerini bitirmiştim. Boşalan yerlerine doğru yürürken ses bükücülerin önünden geçerken kulağıma savurduğu ses camların kırılmasına neden olmuştu anlamıştım istenmiyordum ya da birileri beni ezmek için sırayla güç gösterisi yapıyordu ikiside beni şaşırtmazdı savurdukları ses hani kıldan ince kılıçtan keskin bi tattaydı.3250 nin kulaklığı buna daha fazla dayanamadı camlar gibi kırıldı o da ancak o kırılınca anladım kılıcımı çıkartmam gerektiğini.Kılıcımı savurduğumdan sonraki müzikalden sonra diğerlei artık bana bulaşmamaları gerektiğini anlamışlardı(tıpkı bir trafik polisinin bir makam aracına baktığı gibi bakmaya başladılar)ve ben açılan yerlerin birine oturup gözümde biriken uykumu cebimden çıkardığım Mısırdan aldığım keseme doldurmaya başladım. Kese dolup gözümdeki uykuda bitince ses bükücülerin kırdığı camdan kendimi trenin üstüne fırlattım manzaranın güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydim hani hepimiz böle güzel bi manzaraya karşı kollarımızı açıp o Titanic filmindeki sahneyi yaşamak isteriz ya kolları açıp rüzgarın yüzüne yüzüne vurduğu ve hissedersin işte ÖZGÜRLÜK.Dikkatimi yeniden toparladığımda pekte gitmek istediğim yere gitmediğini anladım bi trenin. Tren Belgrad adı verilen bilinen bütün kötü büyülerin ve kötü canlıların çıktı yerdi.Bir şekilde trenden uzaklaşmalıydım trenin arkasına doğru koştum ve gökyüzünden tutunacak bir yer aradım.Küçü ayı bulutların arasından elini uzatıyordu tutunabilir miyim diye düşünmeden sıçradım sanki bir daha sıçrayamayacak gibi sanki NBA daki oyunların yavaş çekimlerde yükseldiği gibi yükseldim yükseldim yükseldim küçük ayıya doğru gözlerimi kapattım ellerim gökyüzünden tutunacak birşeyler arıyolardı. Görmüşsünüzdür hani NBA daki oyuncuları yükselebilicekleri en yüksek anda gözleri biraz daha fazla açılır aynen yaşadım bunu göğsümde bi ısınma kalbimde hafif bi ağrı başladı olmayacak gibi geliyordu ellerim gökyüzünde boşta kaldılar geri aşşaya doğru düşmeye başladığım anda pelerinimden birisi tuttu havada asılı aldım(sana borçluyum küçük ayı)pelerinimden tutunup kendimi yukarıya doğru çekmeye başladım gökyüzündeydim ama hiç şaşırılacak gibi bişey gelmiyordu bu bana dolunaya baktım benden kaçar gibi uzaklaşmaya başlamıştı buna izin vermemeliydim kutup yıldızına sordum nasıl gidebiliceğime kutup expresi bana yardım edicekti fazla kalmadı yetiştirir seni dedi ve küçük ayı beni var gücüyle savurdu expresse doğru biraz fazla savurmuş vagona yapıştım çarpışmanın şiddeti beni ne kadar kendime getirsede bi o kadarda şoka uğrattı ne vardı bu kadar hızlı atıcak küçük ayı arkamdan muzur bi arkadaş gibi gülüyordu elbet dönücem yanına.Bu yeni trende tam aradığım kişiler vardı benim gibi birilerinin peşinde bir inanç uğruna koşanlarla doluydu ne dertlerini anlattılar ne benimkini dinlediler sadece hoş geldin dediler.Gittikçe yaklaşıyorduk. Trende tanıştığım birisi bana tinkerbell i tanıdığını ve elindeki 10 kese tozdan 2 tanesini verebiliceğini bu tozlarla benim uçabiliceğimi söledi borç olarak alacağımı ve kesin olarak geri ödiyeceğimi sölediğimde zaten bunu sölemem gereksiz gibi baktı.Gece dünya saatiyle 03:15:13 tü Trenin en arkasından tozları üstüme döktüm ve havalanmaya başlamam sadece düşünmemle oldu Trenden uzaklaşmaya başladım yavaş yavaş ve dolunayla yüzyüze gelmeye yakışlaşıyorduk. Kim dolunaya haber verdi bilmiyorum ama maskesiz halimi görüceğini anladığında bildiği tüm bulutları çağırdı tabiki bulutlarda maskesiz yüzümle karşılaşmak istemedikleri için gelmediler dolunayın kaçışı yoktu tam önündeydim artık yüzümden maskemi çıkartmaya başladım yarısıdan fazlasını çıkarttığım anda sırtımda derin ve katıksız bi acı hissettim dönüp bakmak için tüm vicudumu çevirmem gerekti bu acıyı yüzümde göstermemeliydim bi düşman vardı arkamda hemen maskemi geri taktım döndüm baktım "Sende mi Brütüs" dediğimi hatırlıyorum. Uyandığımda yatağımda kan ter içindeydim hepsi bir rüya mı ? Yoksa sadece olacak birşeyler için önceden bi uyarı mı ?"Sende mi Brütüs".......

Saturday, January 3, 2009

Taşta kan vardı.....

Taşta kan vardı gök yüzünde dolunay bahçede toprak kokusu.Ürkütücü bir serinlik içinde yüzüyordu ağaçlar.Kış güllerinin yavaş yavaş açma vakti gelmişti.Yedi kişi girmişti bile bahçeye...Yedi öfkeli yürek nefretin ele geçirdiği yedi akıl yedi keskin bıçak.Yedi lanetli adam bahçenin sessizliğini yedi parçaya bölerek yürüdü kurbanlarının bulunduğu tahta kapıya.....

Taşta kan vardı.Bahçede ürkütücü bir serinlik.Cinayetin tek tanığı dolunaydı.Hiç şaşırmadan ürpermeden korkmadan bakıyordu uzun boylu kavak ağaçlarının ölü yapraklarının arasından.Yedi kişiden en genç olanı vurmuştu kapıya.En yaşlı olanı çağırmıştı içeridekini.Yedi kişinin yedisi birden saplamıştı bıçaklarını içeriden çıkana....

Taşta kan vardı.İnsanların yüreklerinde nefret, dolunayda derin bir sükunet.Bir bebek ağlamsı geliyordu uzaklarda bir yerlerde, bir bebek kıpırdanıyordu evlerden birinde.Genç bir kız uyuyordu uzaklarda, genç bir kızın bedeni ağır ağır çürüyordu toprağın altında.yedi kişiden en genç olanı saplarken bıçağı adama kıpırdandı mezarda çürümekte olan genç kızın körpe bedeni.Bir gülümseme yayıldı ölümün bile örseleyemediği yüzüne.Yedi kişiden en genç olanı saplarken bıçağı,bir oh çıktı kızın boğazında düğümlenip kalmış son nefesinden.

Taşta kan vardı.Yedi bıçak yedi yara açmıştı.Yedi kızıl fıskıye.Yedi kes sarsılmıştı adam.Yedi kez sarsılmıştı bıçağı saplayan yedi kişi.Ama yerin altındaki kızın körpe bedeni kıpırdayamıyordu artık.Genç kızın bedeni gibi yerin üstü de sesizdi şimdi.Sanki dünyanın son vaktiymişcesine canlı cansız ne kadar mahlukat varsa susmuş kıpırtısız kalmıştı....

Taştaki kan kıpırtısızdı.Taştaki kanın içinde sönmekte olan dolunay kıpırtısızdı.Uzun boylu kavaklar, açmaya yakın kış gülleri tazelenen nergisler,toprak kokulu bahçe...Canlı cansız ne kadar mahlukat varsa hepsi susmuş hepsi hapsolmuştu taştaki kanın içinde....

Ahmet Ümit adamımsın....Teşekkürler böle bi yazı için.....

Thursday, January 1, 2009

Derlenip Toparlanma.....

Artık meditasyonun sonlarına geldiğini anladı.Ne zaman bunun farkına varsa dikkatinin dağılmamasını sağlamak için sadece bir kelebeğin kanat çırpışıyla karanlıkta bir timsahın kediyi yemesini düşünürdü.İkiside sizin gözünüz önünde olup ordan kaçmayı başarabilirseniz anlarsınız ki bu konsantre istiyen bir iştir.Meditasyonunu tamamladıktan sonra etrafında bakıntı her zamanlı artist edasıyla etrafta kim vardı kim yoktu neler olmuştu önce bir gazete bulmalıydı tabi bir de restaurant o timsahın neden o kediyi yediğini böle anlarda daha iyi anlıyordu.Tea hause diye bi yer çarptı gözüne hep girmek isterdi ama hiç girmedi acaba yemekleri iyi miydi diye düşünmedi bile direk daldı elinde birkaç gazete genede gözüne ilişen haftalık gazeteyide aldı diğerlerini düşürme pahasına.Gözler ona döndü diğer gazeteler düşünce garsonlardan biri direk yardıma geldi ama boş geldi gelene kadar gazeteleri toparlamıştı bile.Herkesin ona bakmasına rağmen sanki bu duruma çok alışıkmışçasına rahattı ne de olsa yeni meditasyondan çıkmıştı ve kendini iyi hissediyordu.Oturdu bir masaya garip sandalye ve aralıkları olan bi masa.Açıklamayacağım gidin görün.Menü geldi ana yemeklere baktı yemediği bişey yoktu.Hep yenilikçi olduğundan yeni bişeyler yemek istiyordu bu açlığından bile daha önemliydi o yüzden tavuklara yöneldi belki orda değişik bişey bulabilirdi birden gözüne daha önceleri bir arkadaşını tavsiyesi parladı.Köri Soslu Tavuk. Yiyin.Evet ya köri soslu tavuk yanında da kola ve birazcık ekmek(birazcık=400fırın) yemekten sonra meditasyonun verdiği rahatlık andorfin seviyesinin 2 ye katlanmasıyla rahatlıkta 2ye katlanmıştı.Ne güzeldi yemek yemek.Ne güzeldi normal olmak.Birden dikkatinin dağılması bi lambanın patlamasıyla oldu dikkatini hiç dağıtmadan etrafına bakıntı herkeste bi korku vardı normal hiç bişey yokmuş gibi durması dikkatleri üstüne çekiyodu bi anda uyanmış numarası yaptı garsonu çağırıp noolduğunu öğrenmek üzere onunla konuştu merak edilecek bişey olmadığını sadece elektrik voltajının artıp azalmasına lambanın dayanamadığını sölemişti garson ama O öle olmadığını biliyordu.Hesabını ödedi ve geri dönüş zamanı gelmişti.Birkaç küçük adımdan sonra tabikide.Meditasyona başlıyalı 12 gün olmuştu anca derlemişti kendini disipline ihtiyacı olduğunu kendi bile farkedememişti sadece bu süre içersinden kendine çok dalaşanları biraz fazla hırpalamıştı o kadar genede bi kaç kişinin kendisine iyilik borcu olduğunu ve birilerinde kendine ait bişiler olduğunu biliyor ve hepsini bir sıraya koyuyordu.Uzaklaradan gelen eski bir dostu vardı.Yakın zamanda onu görmeliydi özlemle bilgiye ihtiyaç arasında bişey hissetti bilgi olmasa bile görüşmeye karar verdi.Listenin başı uzaktan gelen dostla buluş......