Dolunayla yüzleşme.......
Çook eski yıllardı o zamanlar bir dostum vardı A.E.T. Kendisi yürümeyi çok severidi. Birkeresinde bana demişti ki "kızancık ellerimi arkada bağlayıp aya kadar yürürüm ölece" anlamışsındır herhalde ne kadar çok sevdiğini yürümeyi.Geçen gülnlerin birinde bindim aya giden en yakın trene monster a bi baktım bana ona bakışı hem beni de ala yanına hemde biraz daha uyuyim aya kadar yorma beni der gibiydi heleceğini sandı uyu dedim yorulma daha fazla hele sen dinlendaha çook zamanımız olucak seninle uyu sen şimdilik üzgün bir şekilde tamam dedi ve yumdu gözlerinialnına bir öpücük kondurdum ve horlamaya başladı.Garajdaki diğerlerinden özür dilerim monster adna. Trene binerken farketmedim sonrasında başladı zaten bir terslik aslında benim dikkatsizliğim kafamın doluluğundan fark edemedim trenin o kadar bol oluşunu giderken trenin sesine dağıldı zar zor topladığım dikkatim neden beden başka kimse yoktu neden ben ayaktaydım. Zaten trene bindiğim yer de bi acaipti kafamın doluluğundan onuda fark edemedim siz hiç ormanın içinde ağaçların arasında durağı ya da istasyonu olmamasına rağmen ağaçların yanından sadece dolunayın görüldüğü bir yerden yolcu alınan bir tren gördünüz mü? Bende görmemiştim ama artık çok geçti istasyonlarda durmadan geçmesine rağmen yolcular belirleşmeye homurtular uğultulara dönüşmeye başlamıştı trende.Neden oturmadığımı da zaten o zaman anladım.Herkesin önceden rezarvasyonu vardı. Sakat dolunay avcıları, doğaüstü/altı yaratıkları, gece gezicileri, ağaçtan ev katilleri, ses bükücüler, sokak kanunlarının kaçıkları, hava yiyiciler, mürekkep tükürenler ve daha bunlar gibi bir çoğu yani anlayacağın günlük hayatta karşına pek çıkmayan tipler haaa bir de yedi katiller.Yanlış trende olduğumu anlamam(kişisine göre değişsede) pekte uzun sürmedi.Önce ağaçtan ev katilleri saldırdı kollarıma ormanın kokusu sindiği için eğer ormandan burnuma kaçan toz toprak olmasaydı hapşuramayacak ve sarsılamayarak kollarımı çekip ağaçtan ev katillerini boşa düşüremeyecektim.Onları saldırısı farketip cebimdeki Nil adı verilen nehirden aldığım sudan döküp işlerini bitirmiştim. Boşalan yerlerine doğru yürürken ses bükücülerin önünden geçerken kulağıma savurduğu ses camların kırılmasına neden olmuştu anlamıştım istenmiyordum ya da birileri beni ezmek için sırayla güç gösterisi yapıyordu ikiside beni şaşırtmazdı savurdukları ses hani kıldan ince kılıçtan keskin bi tattaydı.3250 nin kulaklığı buna daha fazla dayanamadı camlar gibi kırıldı o da ancak o kırılınca anladım kılıcımı çıkartmam gerektiğini.Kılıcımı savurduğumdan sonraki müzikalden sonra diğerlei artık bana bulaşmamaları gerektiğini anlamışlardı(tıpkı bir trafik polisinin bir makam aracına baktığı gibi bakmaya başladılar)ve ben açılan yerlerin birine oturup gözümde biriken uykumu cebimden çıkardığım Mısırdan aldığım keseme doldurmaya başladım. Kese dolup gözümdeki uykuda bitince ses bükücülerin kırdığı camdan kendimi trenin üstüne fırlattım manzaranın güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydim hani hepimiz böle güzel bi manzaraya karşı kollarımızı açıp o Titanic filmindeki sahneyi yaşamak isteriz ya kolları açıp rüzgarın yüzüne yüzüne vurduğu ve hissedersin işte ÖZGÜRLÜK.Dikkatimi yeniden toparladığımda pekte gitmek istediğim yere gitmediğini anladım bi trenin. Tren Belgrad adı verilen bilinen bütün kötü büyülerin ve kötü canlıların çıktı yerdi.Bir şekilde trenden uzaklaşmalıydım trenin arkasına doğru koştum ve gökyüzünden tutunacak bir yer aradım.Küçü ayı bulutların arasından elini uzatıyordu tutunabilir miyim diye düşünmeden sıçradım sanki bir daha sıçrayamayacak gibi sanki NBA daki oyunların yavaş çekimlerde yükseldiği gibi yükseldim yükseldim yükseldim küçük ayıya doğru gözlerimi kapattım ellerim gökyüzünden tutunacak birşeyler arıyolardı. Görmüşsünüzdür hani NBA daki oyuncuları yükselebilicekleri en yüksek anda gözleri biraz daha fazla açılır aynen yaşadım bunu göğsümde bi ısınma kalbimde hafif bi ağrı başladı olmayacak gibi geliyordu ellerim gökyüzünde boşta kaldılar geri aşşaya doğru düşmeye başladığım anda pelerinimden birisi tuttu havada asılı aldım(sana borçluyum küçük ayı)pelerinimden tutunup kendimi yukarıya doğru çekmeye başladım gökyüzündeydim ama hiç şaşırılacak gibi bişey gelmiyordu bu bana dolunaya baktım benden kaçar gibi uzaklaşmaya başlamıştı buna izin vermemeliydim kutup yıldızına sordum nasıl gidebiliceğime kutup expresi bana yardım edicekti fazla kalmadı yetiştirir seni dedi ve küçük ayı beni var gücüyle savurdu expresse doğru biraz fazla savurmuş vagona yapıştım çarpışmanın şiddeti beni ne kadar kendime getirsede bi o kadarda şoka uğrattı ne vardı bu kadar hızlı atıcak küçük ayı arkamdan muzur bi arkadaş gibi gülüyordu elbet dönücem yanına.Bu yeni trende tam aradığım kişiler vardı benim gibi birilerinin peşinde bir inanç uğruna koşanlarla doluydu ne dertlerini anlattılar ne benimkini dinlediler sadece hoş geldin dediler.Gittikçe yaklaşıyorduk. Trende tanıştığım birisi bana tinkerbell i tanıdığını ve elindeki 10 kese tozdan 2 tanesini verebiliceğini bu tozlarla benim uçabiliceğimi söledi borç olarak alacağımı ve kesin olarak geri ödiyeceğimi sölediğimde zaten bunu sölemem gereksiz gibi baktı.Gece dünya saatiyle 03:15:13 tü Trenin en arkasından tozları üstüme döktüm ve havalanmaya başlamam sadece düşünmemle oldu Trenden uzaklaşmaya başladım yavaş yavaş ve dolunayla yüzyüze gelmeye yakışlaşıyorduk. Kim dolunaya haber verdi bilmiyorum ama maskesiz halimi görüceğini anladığında bildiği tüm bulutları çağırdı tabiki bulutlarda maskesiz yüzümle karşılaşmak istemedikleri için gelmediler dolunayın kaçışı yoktu tam önündeydim artık yüzümden maskemi çıkartmaya başladım yarısıdan fazlasını çıkarttığım anda sırtımda derin ve katıksız bi acı hissettim dönüp bakmak için tüm vicudumu çevirmem gerekti bu acıyı yüzümde göstermemeliydim bi düşman vardı arkamda hemen maskemi geri taktım döndüm baktım "Sende mi Brütüs" dediğimi hatırlıyorum. Uyandığımda yatağımda kan ter içindeydim hepsi bir rüya mı ? Yoksa sadece olacak birşeyler için önceden bi uyarı mı ?"Sende mi Brütüs".......