Monday, February 28, 2011

Başka taraftan...

Kola ve sigarayla yaşamını idame ettirirken bir gün, biri geliyor ve sabahları sana meyve suyu ile sandviçler getiriyor. Hangi içeceği sevip sevmediğini bilmediğinden değil, daha sağlıklı olsun diye. “Uykunu al” cümlesini sırf o söylüyor diye saatlerce gözünü kapalı tutma oyunları oynayıp sonunda uykuya dalıyorsun. Üşüdüğünde sana sığınaklar yapıyor. Sorumluluklarını hatırlatıp yardım ediyor sana, uykusunu böle böle. Seninle birlikte saçma sapan şeylere gülüyor, aklının kırık taraflarına eşlik ediyor. Ve öyle güzel “çocuk” deyip bakıyor ki yüzüne, dev bir salıncakta sallanıyor kahkahaların. Tanrı, bazı insanları güzel yaratıyor.

Ve Tanrı böyle insanları bizimle karşılaştırıyor günün birinde.

Dünyanın terasında parmak uçlarında dans ediyorsun gülümseyerek.


http://mademoisellerien.tumblr.com/post/3568899237/kola-ve-sigarayla-yasam-n-idame-ettirirken-bir dan alıntıdır.

hatun iyi yazıyor beyler dağılın.Özürlerimi ve saygılarımı birer borç bilsin umarım

Saturday, February 26, 2011

sadece...

Yakışıklı olmanın önemli olmadığını gördüm.Eğlence ve bedava şeyler için vermeyecek şeyleri olmayan kızlarla tanıştım.Sevdiği şeyleri veren adamları sevdiği adama tercih edenlerle göz göze geldim.Hiçbir yalanın bir diğerinden daha masum olmadığı yerlerde dans ettim.Ortada olup ilgiyi üstlerine çekmek için yırtılan yerleri olan kızları uzaktan izledim.kıyafetlerini daha açık göstermek için kaldırdıkları uzullarına bakmamak için yolumu değiştirdim.Ben sadece temiz kalmaya çalıştım...

Saturday, February 12, 2011

perde

Gözlerini yumduğunda rüyalarının götürdüğü ülkelerde, hayalini kurduğu hayatları yaşıyor, uyandığındaysa biraz nemli, soğuk odasının kapısına doğru o günün ilk bakışlarını yöneltiyordu. Biraz sonra üzerine bir şeyler geçirip alacakaranlığın ortasındaki odasından çıkacak; güneşin, camdan içeri sızdığı mutfağa adım atacak ve ilk günlük olağan görevini yerine getirmenin alışkanlığını uygulayacaktı.Çocuklar mutfağa geldiklerinde kahvaltı çoktan hazırlanmış, ballı ekmekleri tabaklarında onları bekliyordu. Kadın, eşini kaybedeli 1 sene geçmesine rağmen hala onun mutfak kapısından içeri gireceğini bekleyerek dönüyordu kapıya doğru her ayak sesinde…


Çocuklar kahvaltılarını yiyedursun, gazetenin arkasından her sabah olduğu gibi nemli gözlerle gazeteyi okumaya çalışıyordu elleri titreyerek. Çocukları okula yolladığında gene o evde, o koskocaman, bomboş evde nerde duracağını bilemediği o büyük evde, ki ev aslında o kadar büyük değildi; gene yalnızlığının karanlığına gömülüyor, hayattan her geçen dakikada biraz daha uzaklaşıyordu. Boş gözlerle etrafına bakıyor, ne kadar anlamsiz bir sessizliğin içinde olduğunu hissediyor; ama itiraf edemiyordu.


Normalde evden çıkmazdı hiç. O gün telefon gelmeseydi yine evde oturup yatağına, yorganın içine gömülüp, çocukların gelme saatine belki 10 dakika kala ancak doğrulacaktı gerçek hayatın karşısına kamburca. Evden çıktığında buz gibi soğuk çarptı yüzüne; gözlerini esen rüzgara karşı açmaya çalışıyordu. Hava yağmur kokusundaki huzuru getirmişti aslında beraberinde. Kimsecikler yoktu sokakta; ama arabaların birkaçı yağan yağmurun damlalarını kadırımların üzerlerine sıçratıyordu.Kadın kaldırımın caddeye mümkün olan en uzak yerinden yürümeye özen göstererek ilerlemeye devam ediyordu, minik ama hızlı adımlarıyla. Hızla devam ediyordu yoluna, çünkü bir an önce 2 sokak ötesinde oturan annesine yetişmeliydi. Komşusu aramıştı annesinin. Bu sabah gazetesini ve ekmeğini almamıştı annesi ve dahasi telefonunu da açmıyordu. Korkuyordu. Ne olmuştu? Kafasından kötü düşünceleri bir toz bulutunu savurur gibi silmeye çalışıyordu ama dedim ya korkuyordu. Bir an once gitmeliydi gençliğini hatira biraktigi evine...
Küçükken annesiydi, her okul dönüşünde onun sokak köşesinden çıkagelmesini bekleyen o eski püskü koyu gri apartmanın önünde . Oysa bu gün sadece yağmur vardı ona “merhaba” diyen. Apartmanın onüne geldiğinde kapıya doğru yükselen beş basamaklı merdiveni tıpkı eskiden olduğu gibi koşar adımlarla çıktı, zemin katındaki en dip dairenin önüne hızla yürüdü ve liseden mezun olmadan önce arkadaşlarıyla aldığı okul anahtarlığındaki anahtarı kapının kilidine yerleştirdi, kilidi döndürdü. Kapıyı sonuna kadar eliyle öylece itti. Belki 15, 20 saniye kapıda soluksuz bir şekilde durduktan sonra içeri adımını attı. Portmantoda duran annesinin paltosunu gördüğünde ne kadar da eski olduğunu anımsadı. Birlikte almışlardı. Annesini bir şey istemeğe çekinirdi hep. O tatlı kadının ne kadar utandığını hatırladı aldığı hediyelere. Bir senedir hiç bir şey almamıştı oysaki . Kendi dünyasına o kadar çok kapanmıştı kı kimseyi düşünmez olmuştu. Çocuklarınaysa sadece sabah ve akşam bir sis bulutu arakasından bakıyordu. Gerçekleri yansıtmadığını düşünüyor, gulumsuyor ve her şey normalmiş gibi davranmaya çalışıyordu. oysa herkes biliyordu aslında onun başka bir dünyanın içerisine çırpındığıını. Birgün kızı unuttuğu bir şeyi almak için eve geldiğinde yığılmış halde bulmuştu kadını. Dayanılmaz başağrıları uykusuz geçen geceler bütün gün devam eden hıçkırıklarının sonucunda daha fazla dayanamamış vücudu.



Bir anda farketti ki aslında kendinden başka herkes başka bir dünyadaydı. Onlar hayata devam ediyordu. Yaşamın her günü ufuktan doğan güneşle, sahip olduklarını aydınlatıyordu. Sevdiği insanları düşünmesi yeterliydi aslında gülümseyebilmek için. çünkü varolan herşey, verilen her dakika insanlara verilen gerçek bir mucizeydi. öyle bir mucizeki bilmediğin zaman değerini, yok olup gidiyordu. Geri getirmek için yapabileceğin tek şey gecenin ertesinde güneşin çıkmasına engel olmaktı. Çünkü geçen zaman, geri gelmiyordu ancak hayat devam ediyordu..

Hiç bir şeyin sahip olduklarımızı perdelememesi dileğiyle...