Saturday, August 6, 2011

ne ara y oldu ya ?

3 lü zamanlar vardır hani.3 vakit.3 vakte kadar...saat 3 olmuş...şarkılarda fallarda hep bi şekilde 3 geçer zaten gelir sizinde aklınıza onlardan biri eminim.Bende 3lü bir vakittir ayrıyım bana ait olan bişiyden.Rüzgarım yok.Oysa nasıl severdim onu.Biraz ayrı kalmak istemiş olabilirim evet en son büyük bir tekme attım ona ama hem sinirli hem travmadaydım.Durmalıydım ama durmamıştım.Artık "geçmiş"te kaldı yani "geç"miş" -mişli geçmiş zamanda kalınan bir "geç".Galiba geleceğe bakmalıyım ne tarihi var ne de hikayesi.Gelecek iyidir ya.Seher yeline takıldım bu aralar sölemiş miydim ? Galiba hiç bahsetmedim bile.peki.yel dedim de Yelda ile takılıyorum bu aralar yelda iyi kız da "Y" ye kadar gelmiş miyim ya ? daha dün gibiydi "A" neyse sondan başada yaparız bi not defterim var nede olsa.kafam mı iyi ben mi kötüyüm bilmiyorum.Sonrada zehra olur.Bi alfebe daha kapanmış olur tozlu raflarda yerini bulur.Artık eskisi kadar yazamıyorum.Vaktim olmuyor değil.Yazamıyorum.yazmak istemiyorum.Bi yerden bi ilham gerekiyor.Oda artık sürekli benden kaçıyor.Etrafımda sürekli şeytan tüyleri uçuşuyor.Hayır önemli olan ne ? şeytan tüyü mü tavlada kırılınca düşeş atmam mı ? he bunun herkese karşı olması mı ? Alkol bazen kötü bişey.Bornozumu değiştirdim.Sarı yaptım.Kuzenimden gömlek çaldım.Bir kelebekte ben öldürdüm.Adım yerine sıfatımı söledim insanlara sıfatımın sonuna bir isim koymaya çalıştılar sadece sıfatımı söledim.Kabulleniyor insanlar çabuk ve kolay.Yelda çok fotojenik ama farkında diil.Aslında hepsi öle.Galiba artık yüze bakmaz oldum.konuşurken eskiden gözlere dikkat ederdim şimdi etrafa bakıyordum ki onu gördüm.Çok canım sıkılıyordu.Kuş vuralım istersen dedim.Kabul etmedi.sonuç olarak yazamıyorum bağlayamıyorum çok yazmamı istiyen varsa parmağını alsın....

Tuesday, August 2, 2011

güle güle

gidiyorsun demek
şunu iyi bil kızım
ben elimi sallasam
ben elimi sallasam,
küçük bir rüzgardan
başka hiç bi şey olmaz.
ben elimi sallasam,
saçlarına takılır.
ben elimi sallasam
ancak sen giderken
arkandan sallarım.
güle güle demek için.
güle güle.

Tuesday, July 26, 2011

Birazdan fazla ben

Benim adım Kinyas. Gün ağrıyor. Başım ağrıyor. İsmimi kendi­me ben verdim. Bitmeyen bir öfke ve bitmeyen bir mutsuzluğun ifadesi. Bütün insanlara kızgınım. Yaşadıkları için. Hayattan mi­dem bulanıyor... Ateşle oynarım. Yeterince benzin ve karşımda oturan adamın ceketinin iç cebindeki çakmakla dünyayı yakabili­rim. Benim adım Neron. Geceleri, çaldığım arabalarla gezerim. Tokyo'da doğdum. İki zenciye üç gram kokain karşılığında bilek­lerimi kestirttim. Sabah uyandığımda okyanus beni yıkadı. Benim adım Steve McQueen. Bütün bildiklerimi kusarak hayatta kalıyo­rum. David Bowie'yi rüyamda gördüm. Sabah bir gözüm yoktu. Şi­ir yazdım. Tam üç tane. Birini rendeleyip makarna sosuma kattım. Diğerini yakıp küllerini kum saatine koydum. Biraz zaman kazan­dım böylece. Sonuncusunu ise şimdi yazdım. İşte geliyor:

Sözlerimin sonunu duymadığın zaman. Cümlelerimin sonunu duymadığın zaman. Değiştiriyorum son kelimelerimi. Değiştiriyorum sonumu.

Kendimi ölümsüz olarak görüyorum. Mekân ve zamandan ko­palı yıllar oluyor. Bir kıza âşık olmuştum. Onu görmek için altı sa­at yol almam gerekiyordu. Bir sabah, treni kaçırdım. Âşık olmak­tan vazgeçtim. Kendinden vazgeçmenin ne olduğunu asıl ben bi­lirim. Benim adım Kaygusuz Abdal. Tanrı'dan vazgeçtim. Ölmek­ten vazgeçtim. Çünkü ölürsem ve eğer yukarıda beni ödül ve ceza sisteminin bekçileri bekliyorsa çok büyük kavgalar etmem ge­rekecekti. Ölmek istemiyorum, çünkü Tanrı'yı da öldürürüm diye korkuyorum. Ve böyle bir vefata benim dışımda kimse dayanamaz... Platon'un Mağara İstiaresi'ne karşılık, ben de Kuyu İstiaresi'ni yazdım: doğdukları andan itibaren düşen insanların, yanlarından hızla geçen fırsatlara ve başka insanlara tutunup tırmanmalarını ve bunu sadece doğdukları andaki yüksekliklerine erişe­bilmek için yaptıklarını anlattım. Ancak ellerini ağızlarına sokup, parmaklarını ısırıp hiçbir şeye tutunmamaya kararlı olanları da anlattım. Ve sordum, Tanrı'nın yukarıda mı yoksa aşağıda mı ol­duğunu. Eskiden poker oynardım. Şimdi de, Tanrı’nın aşağıda, kuyunun dibinde olduğuna oynuyorum. Hayatım masada, birkaç kırmızı oyun fişiyle.

Az yedim, çok içtim. Hâlâ içiyorum, içki ayırmadım. Alkolü kendime yakıştırdım. Her türlü uyuşturucudan tattım. Bağımlılık­tan nefret ettim. Gitmemi, terk etmemi engeller diye. Ne bir mad­deye, ne de bir insana bağlandım. Sırf bunu kendime kanıtlamak için eroin kullandım, âşık oldum, ikisini de arkama bakmadan bırakıp gittim. Geçmişe tükürüp geleceği çiğnedim. Bugünü ise uyuyarak geçirdim. Benim adım Houdini. Dünyayı bir oyuncağa çevirdim. Ayak basmadığım yer kalmadı. Kalan varsa, onları da amuda kalkar geçerim! Duvarlara, bedenime resimler çizdim. Bir gün öyle gürledim ki önümde duran şarap kadehi çatladı. Benim adım Hitler. Kendi ordumu kurmak için bir sürü kadına tohumla­rımı bıraktım... Şimdiyse ağlıyorum. Hepimiz için. Çünkü hiçbiri işe yaramadı...

Kendimi defalarca buldum, defalarca kaybettim. Gerçek adımı hatırlamıyorum. Kimliğimi bir çocuğa sattım. Çirkinleşmek için çok uğraştım. İsteyene ruhumu kiraladım. Vücudumdaki dikiş sa­yısını artık bilmiyorum. Hayatımı diktiler. Oysa yırtmak için çok uğraşmıştım... Bir psikiyatra tecavüz ettim, isminin ve unvanının üzerinde yazdığı, masasındaki mermer parçasıyla. Hapse girdim. Çıktım. Hayat bitmedi. Piyano çaldım. Sattım. Benim adım Deacn Moriarty. 140'ı geçince direksiyonun üzerine yattım. Bagajına ce­set sığdırabileceğim arabayı seçtim. Nargileyle sevişenleri seyrettim. Beş bin film seyrettim. Her şeyin farkına vardım. Farkına va­rılacak bir şey kalmayınca da "Sıradaki hayat gelsin!" dedim. Ne gelen var, ne de giden. Sadece Kinyas ve ben... Kendimi tanıya­madım. Zamanım olmadı. Binlerce dilim pizza yedim. Pepperonni ve siyah zeytinli. Benim adım Miss Piggy. Bütün hayatım bo­yunca kaçtım. Önüme okyanus çıktı. Daha ileri gidemedim. İçin­de boğulmak istedim. Gözlerimi sahilde açtım...

Uyumadım. Pişman olmadım. Kendimden bile. Ben gerçektim. Dünyanın en gerçek adamı! Bana ait bir gezegen bulana kadar in­sanlara ve kendime zarar vermeye devam edeceğim... Biliyorum, beni linç edecekler. Beni bütün dünya öldürecek. En derinde be­nim cesedim olacak ancak bedenimi toprak bile kusacak... Ara­nızdayım her gece. Dolaşıyorum sokaklarda, sol elimde Şam'dan taşıyıp geldiğim yakutlu hançerimle...

Gittim, caz dinledim. Duke Ellington'ın plağıyla kendilerini ke­sen kadınları gördüm... Benim adım yok. Çünkü ben yokum. Delir-dim. Yetmedi. Delirttim. İğrendirdim. Dünya bendim. Acıyı incele­dim üniversitelerde. Üç ayrı okulda, üç yıl. Sonra acıttım akademik kariyerleri ve tabiî ki kendiminkini. Ne çalışmak, ne de bir işe ya­ramak. Hiçbirine inanmadım. Tespihle adam boğdum. Ben doğ­dum ! Oysa güneş batıdaydı. Ben geceye geldim. Aya misafir ol­dum... Bunları söylüyorum çünkü anlatılacak başka bir hikâyem yok. Zaten yazma işlerinde de hiç başarılı olamadım. Ben daha çok, fırça ve boyalarla ilgilenendim. Ve dünyaya bırakabileceğim bir miras yok. Bütün değerleri iyi bir pizzanın üstüne içtim...

Japonya'dan Suriye'ye taşındığımızda on iki yaşındaydım. Arapça öğrenmemek için elimden geleni yaptım. Ama yine de sar­maşık gibi dilime dolandı. Arap'ı ve Bedevi'yi T. E. Lawrence'tan öğrenmiştim. Ve Arap yarımadasında var olabilmek için ya ibne ya da silah kaçakçısı olmak gerektiğini anladım. Ben ikisi de değil­dim. Ama adına çöl denilen, küreğin batmadığı denizde yaşayan insanların hiç de hak etmedikleri bir tarihleri vardı. Bir zamanlar dünyaya hükmeden esmer savaşçıların düştükleri durumu görün­ce zamanın ne kadar nankör olduğunu anladım. Geçmiş hiçbir şeydi. Kuma kendini gömüp yeniden Arap medeniyetinin hüküm süreceği günleri beklemek ve o gün gelene kadar birbirlerini öl­dürmek yapabilecekleri tek işti. Ben de onları seyrediyordum. On altı yaşıma kadar hep seyrettim zaten. Hep iyi bir izleyici oldum. On altımda bozuk Arapça, pokerde kazanılmış bir hançer ve bronz bir tenle Avrupa'ya geldim.

Eski kıta beni bekliyordu. Bir dejenere sürüsünden başka bir dejenere sürüsünün içine düşmüştüm. Burada silah kaçakçısı da yoktu. Hepsi ilk gruba dahildi. Ve daha yakınlaşmadan hiçbirine, nefret etmiştim hepsinden de. iki dünya savaşını da bu geri zekâ­lıların başlatmış olmasına hiç şaşırmamak gerekiyordu. Birbirle­rinden o kadar korkuyorlardı ki aynı metroda beş yüz kişi yolcu­luk yaparken duyulan tek ses makine gürültüsüydü. Halkı aptal ama azınlıkları var olma çabası içinde yarı tanrılar yaratmış bir toplum. Bu yan tanrılar bugün üstünde yaşadığımız dünyanın ede­biyatını, müziğini, resmini, politikasını belirlemiş olanlardı. Ve ben onları sokakta göremiyordum. Kapalı kapılar arkasındaydı Avru­pa'yı yönetenler. Halkın karşısına çıktıkları anda çiğ çiğ yenecek­lerini bildiklerinden, ukalaca taktıkları yüksek kültür maskesini sadece birbirlerine gösteriyorlardı. Sömürmeye ve sömürülmeye hayatın amacı olarak bakan bu açık tenli ırk, belki de doğanın en büyük hatasıydı... Atom bombası oraya atılmalıymış. Deniz olma­lıymış oralarda Balıklar bile daha iyi geçinirmiş birbirleriyle!

Ama bütün bunların ne önemi var? Entelektüel sapkınlıklarıyla ve dünyanın diğer bütün kıtalarına karşı hissettikleri korku ve nefret kokteyli duygularıyla, son olarak da yeryüzünün görüp gö­rebileceği en salak turistleri olma unvanlarıyla Avrupa halkı ken­dini öldürmek ya da öldürtmek için bütün nedenlere sahiptir. Sosyal devlet dedikleri, bana kalırsa Gestapo düzeninden başka bir şey olmayan sistemleri, sokakta biri düştüğünde ambulans gelene kadar, yerde yatanın kendileri olmadığı için şükretmele­rinden ibarettir. Arap hiçbir sakınca görmeden hiç tanımadığı, kendinden geçmiş yerde yatan bir adamı sırtlayıp en yakın hasta­neye koştururken Avrupa insanı aynı adama, adını yeni öğrendi­ği bininci mikrobu kapmamak için bir metreden fazla yaklaşamaz bile. Çünkü Avrupalının altına yapacak kadar korkması için bir şeyin ismini bilmesi yeter, isimsiz canavarlar sadece Arap'ı kor­kutur. Herkesin kendine göre bir paranoyası var. iklimden, saç renklerinden, el parmaklan uzunluğundan ya da her neden kay­naklanıyorsa! Herkesin tercih ettiği bir ölüm var...

Her neyse, zaten üzerinde yaşadıkları çirkin kara parçasına sı­kışmış, birbirini yiyen, Ortaçağ'dan beri gelen eş değiştirerek yaptıkları salon danslarından grup sekse kadar ahlak anlayışları­nı değiştirmemiş Avrupalıları hayatımın geri kalan kısmında da çok iyi tanıma fırsatım oldu.

Genel olarak normal olmadığımı düşünerek kendimi meşrulaştırıyordum. Anormalliğim o yaşlarda herkesin istediği şeylerden farklı hayaller kurmamla sınırlıydı. Yani bir şeyleri arzulayabiliyordum o sıralar. Gitmeyi, siyah giymeyi, bir kamerayla izleniyormuşçasına yaşamayı, güzel kadınlarla yatmayı, dünyayı çözmeyi, haya­ta başlama vuruşunu yapanı keşfetmeyi ve yaşıtlarımın çok azının kurgulayabildiği benzer kavramları hayal ediyordum... Her zaman yalnız oldum. Yalnızlığı kendimi geliştirmenin tek yolu olarak gör­düm. Ama çevremde olup biteni kaçırmak ve yanımdan akıp giden hayat nehriyle yüzümü yıkamamak da bana aptalca geliyordu. Bu nedenle evde çok az zaman geçirmeye ve sokaklarda yaşamaya başladım. Fahişeleri keşfettim. Silah kullanmayı öğrendim. Poker oynamaya devam ettim. Kitap okumayı bıraktım. Artık en ufak boş zamanımda kilometrelerce uzakta olan bir kasabaya trenle gidip, birkaç kadehten ve caddelerini arşınladıktan sonra evime dönüp uyuyordum. Rüyamda yüzleri, sokakları, tren camındaki pastel renkleri görüyordum, insanlardan istediğim ölçülerde, ilgilendiğim alanlarda yararlanıyordum. İlişkilerim kontrolüm altındaydı. Kim­seyi kendime fazla yaklaştırmıyordum. Dünyayı, hayatı olduğu gi­bi kabul ediyor ancak bütün bunların dışında da bir gerçeğin olma­sı gerektiğinin üzerine yoğunlaşıyordum. Yani bir şekilde, çok uzaklarda kimliğimi büyük bir seremoniyle yaktıktan sonra gözle­rimi kapatıp son nefesime kadar huzur içinde yaşayabileceğim bir yer olduğunu düşünüyordum. Aslında bu mümkündü. Ve bir ara çok yaklaşmıştım. Ama Kinyas hâlâ ortaya çıkmamıştı ve gerçek­ten böylesi bir hayat isteyip istemediğimi bilemiyordum.

Bütün bunları yazmak o kadar zor ki. Şu an bulunduğum nok­tada hiçbirinin olmadığım görmek... Aslında bu kadar yükselmek ya da alçalmak, daha doğrusu bu kadar ileri gitmek istememiştim hiçbir zaman. Aynaya bakıp kendini tanıyamamak, insanın kendi anılarını bir başkası yaşamış gibi anlatması, dünyanın kendisi da­hil üzerindeki hiçbir şeye kayda değer bir var oluş nedeni bulama­mak ve zihnin bedenden binlerce kilometre uzakta olması o ka­dar korkunç ki!

Hava aydınlanıyor. Kayra'nın yazdıklarını okuyormuş gibi ya­pıp ilgilendiğimi düşünmesini istemiştim. Oysa tek bir kelimesi­ne bile bakmadım. Şimdi kaçamak bakışlar atıyorum ona ve gö­rüyorum ki elinde başka bir votka şişesi, arkamdaki duvarda ası­lı olan afişleri seyrediyor. Ne yazdıklarıma bakıyor, ne de burada olduğumun farkında. Belki de dünyada sadece onun yanındayken kendimi hâlâ yalnız hissedebildiğim için böylesine garip bir dostluğumuz var. Birbirimize anlatacak hiçbir şey yok ve her şe­yimiz var. Ve aynı zamanda, o kadar da umursamıyoruz ki söyle­nenleri, olanları, aynı odada bulunduğumuzu bile unutabiliyoruz. Onu sevdiğimi söyleyemem çünkü duygularım yok ama hayatta­ki tek bağımlılığım olduğunu itiraf edebilirim... Yoruldum. Çok yorgunum... Yeryüzüne inme zamanı.

"Kayra! Haydi çıkalım buradan. Biraz dolanalım."

Monday, July 18, 2011

zamana ait senden

Birdenbire idi
Geldin
Gittin
Sonra bir daha
Geldin
Bir daha
Gittin
Getirdiklerin
Ve götürdüklerin
Denk

Zamana tıkadın beni.....

Monday, June 6, 2011

az kaldı

yazcam da şu ara çok koşuşturma var istanbula gitcem geri ankara sivasa gitcem beni bekliyen var konuşmam lazım onunla konuşcam bi iki kavga etcem gelcem yazcam =)

Monday, May 9, 2011

I feel...

other lips kissed my lips last night, I took pity on the wing last night, my heart is always someone else's hands touched my hands hurt his skin last night, looked through a couple of other colors in my eyes cried my eyes my lips are bleeding in my hands while the only one you ever had a blood crying inside my head, haunting my soul is happy to call you in my arms you with someone else I always cry and then you say, but after going to forget the beautiful words that I loved you so...

Tuesday, March 29, 2011

Ateş

benim amacım seni güldürmek olmadı hiçbir zaman
sadece ağlatmamaya çalıştım o
bazen kız istedim bana
çünkü
değer verdiğini bilsemde
hissetmek istedim bunu tüm kalbimle
yaklaşmak istediğim her anda
uzak tuttum kendimi sana
yaklaşınca bitmen hızlanır diye korktum
yemek yapardım bize
sevgi koyardım içine
bıraktım
sana verdiğim azalmasın diye
bulutlu bakardı bazen gözlerin
nefesimi üfleyip güneş gibi
parlayan gülüşünü arardı gözlerim
bazen beraber bulutlanmak isterdim
naparsın erkekler ağlamaz
gözyaşından öpmemi severdin
bense senin ağlamamanı dilerdim
beğenmezdin kendini hep
derdim ki ne şekil olursa olsun
kaşın gözün
benim gözümdedir senin güzelliğin
simsiyah saçların
nescafeden koyu gözlerin
hilal olmuş aydan güzel
gülüşün
bir şairde der ki
"onu özlediğin kadar yakınsın ona"
sormak lazım şairine
hiç görmeden özlemek var mı heybesinde
içimde öle garipsin ki
hiç bilmiyorum seni
dokunmadım hiç
hiç tadmadım
koklamadım bile
duymadım
görmedim ki
ama biliyorum
biliyorum seni
adın önemli değil
sesini biliyorum
yaşanılanlar önemli değil
seninle eğleniceğimizi biliyorum
konuları gereksiz
seni dinlemiyorum sanma
sesini duyuyorum sadece
gözlerine bakmıyorum diye kızma
tek güzel onlar değil sendeki
seni sana anlattırma
heybemde yok öle güzel şeyler

kalır mısın gider misin
ne kadar varsın ne kadar olucaksın
hep misin hiç misin
aşk mısın nefret misin
yakar mısın yakmaz mısın
bilmem
iyiki varsın bunu bilirim.




saygılarımla...Toprak Türk

Monday, February 28, 2011

Başka taraftan...

Kola ve sigarayla yaşamını idame ettirirken bir gün, biri geliyor ve sabahları sana meyve suyu ile sandviçler getiriyor. Hangi içeceği sevip sevmediğini bilmediğinden değil, daha sağlıklı olsun diye. “Uykunu al” cümlesini sırf o söylüyor diye saatlerce gözünü kapalı tutma oyunları oynayıp sonunda uykuya dalıyorsun. Üşüdüğünde sana sığınaklar yapıyor. Sorumluluklarını hatırlatıp yardım ediyor sana, uykusunu böle böle. Seninle birlikte saçma sapan şeylere gülüyor, aklının kırık taraflarına eşlik ediyor. Ve öyle güzel “çocuk” deyip bakıyor ki yüzüne, dev bir salıncakta sallanıyor kahkahaların. Tanrı, bazı insanları güzel yaratıyor.

Ve Tanrı böyle insanları bizimle karşılaştırıyor günün birinde.

Dünyanın terasında parmak uçlarında dans ediyorsun gülümseyerek.


http://mademoisellerien.tumblr.com/post/3568899237/kola-ve-sigarayla-yasam-n-idame-ettirirken-bir dan alıntıdır.

hatun iyi yazıyor beyler dağılın.Özürlerimi ve saygılarımı birer borç bilsin umarım

Saturday, February 26, 2011

sadece...

Yakışıklı olmanın önemli olmadığını gördüm.Eğlence ve bedava şeyler için vermeyecek şeyleri olmayan kızlarla tanıştım.Sevdiği şeyleri veren adamları sevdiği adama tercih edenlerle göz göze geldim.Hiçbir yalanın bir diğerinden daha masum olmadığı yerlerde dans ettim.Ortada olup ilgiyi üstlerine çekmek için yırtılan yerleri olan kızları uzaktan izledim.kıyafetlerini daha açık göstermek için kaldırdıkları uzullarına bakmamak için yolumu değiştirdim.Ben sadece temiz kalmaya çalıştım...

Saturday, February 12, 2011

perde

Gözlerini yumduğunda rüyalarının götürdüğü ülkelerde, hayalini kurduğu hayatları yaşıyor, uyandığındaysa biraz nemli, soğuk odasının kapısına doğru o günün ilk bakışlarını yöneltiyordu. Biraz sonra üzerine bir şeyler geçirip alacakaranlığın ortasındaki odasından çıkacak; güneşin, camdan içeri sızdığı mutfağa adım atacak ve ilk günlük olağan görevini yerine getirmenin alışkanlığını uygulayacaktı.Çocuklar mutfağa geldiklerinde kahvaltı çoktan hazırlanmış, ballı ekmekleri tabaklarında onları bekliyordu. Kadın, eşini kaybedeli 1 sene geçmesine rağmen hala onun mutfak kapısından içeri gireceğini bekleyerek dönüyordu kapıya doğru her ayak sesinde…


Çocuklar kahvaltılarını yiyedursun, gazetenin arkasından her sabah olduğu gibi nemli gözlerle gazeteyi okumaya çalışıyordu elleri titreyerek. Çocukları okula yolladığında gene o evde, o koskocaman, bomboş evde nerde duracağını bilemediği o büyük evde, ki ev aslında o kadar büyük değildi; gene yalnızlığının karanlığına gömülüyor, hayattan her geçen dakikada biraz daha uzaklaşıyordu. Boş gözlerle etrafına bakıyor, ne kadar anlamsiz bir sessizliğin içinde olduğunu hissediyor; ama itiraf edemiyordu.


Normalde evden çıkmazdı hiç. O gün telefon gelmeseydi yine evde oturup yatağına, yorganın içine gömülüp, çocukların gelme saatine belki 10 dakika kala ancak doğrulacaktı gerçek hayatın karşısına kamburca. Evden çıktığında buz gibi soğuk çarptı yüzüne; gözlerini esen rüzgara karşı açmaya çalışıyordu. Hava yağmur kokusundaki huzuru getirmişti aslında beraberinde. Kimsecikler yoktu sokakta; ama arabaların birkaçı yağan yağmurun damlalarını kadırımların üzerlerine sıçratıyordu.Kadın kaldırımın caddeye mümkün olan en uzak yerinden yürümeye özen göstererek ilerlemeye devam ediyordu, minik ama hızlı adımlarıyla. Hızla devam ediyordu yoluna, çünkü bir an önce 2 sokak ötesinde oturan annesine yetişmeliydi. Komşusu aramıştı annesinin. Bu sabah gazetesini ve ekmeğini almamıştı annesi ve dahasi telefonunu da açmıyordu. Korkuyordu. Ne olmuştu? Kafasından kötü düşünceleri bir toz bulutunu savurur gibi silmeye çalışıyordu ama dedim ya korkuyordu. Bir an once gitmeliydi gençliğini hatira biraktigi evine...
Küçükken annesiydi, her okul dönüşünde onun sokak köşesinden çıkagelmesini bekleyen o eski püskü koyu gri apartmanın önünde . Oysa bu gün sadece yağmur vardı ona “merhaba” diyen. Apartmanın onüne geldiğinde kapıya doğru yükselen beş basamaklı merdiveni tıpkı eskiden olduğu gibi koşar adımlarla çıktı, zemin katındaki en dip dairenin önüne hızla yürüdü ve liseden mezun olmadan önce arkadaşlarıyla aldığı okul anahtarlığındaki anahtarı kapının kilidine yerleştirdi, kilidi döndürdü. Kapıyı sonuna kadar eliyle öylece itti. Belki 15, 20 saniye kapıda soluksuz bir şekilde durduktan sonra içeri adımını attı. Portmantoda duran annesinin paltosunu gördüğünde ne kadar da eski olduğunu anımsadı. Birlikte almışlardı. Annesini bir şey istemeğe çekinirdi hep. O tatlı kadının ne kadar utandığını hatırladı aldığı hediyelere. Bir senedir hiç bir şey almamıştı oysaki . Kendi dünyasına o kadar çok kapanmıştı kı kimseyi düşünmez olmuştu. Çocuklarınaysa sadece sabah ve akşam bir sis bulutu arakasından bakıyordu. Gerçekleri yansıtmadığını düşünüyor, gulumsuyor ve her şey normalmiş gibi davranmaya çalışıyordu. oysa herkes biliyordu aslında onun başka bir dünyanın içerisine çırpındığıını. Birgün kızı unuttuğu bir şeyi almak için eve geldiğinde yığılmış halde bulmuştu kadını. Dayanılmaz başağrıları uykusuz geçen geceler bütün gün devam eden hıçkırıklarının sonucunda daha fazla dayanamamış vücudu.



Bir anda farketti ki aslında kendinden başka herkes başka bir dünyadaydı. Onlar hayata devam ediyordu. Yaşamın her günü ufuktan doğan güneşle, sahip olduklarını aydınlatıyordu. Sevdiği insanları düşünmesi yeterliydi aslında gülümseyebilmek için. çünkü varolan herşey, verilen her dakika insanlara verilen gerçek bir mucizeydi. öyle bir mucizeki bilmediğin zaman değerini, yok olup gidiyordu. Geri getirmek için yapabileceğin tek şey gecenin ertesinde güneşin çıkmasına engel olmaktı. Çünkü geçen zaman, geri gelmiyordu ancak hayat devam ediyordu..

Hiç bir şeyin sahip olduklarımızı perdelememesi dileğiyle...

Sunday, January 30, 2011

Her şey çok kolay oldu

Ne sızlandım ne de ağladım

Ani bir ölüm yada bir kalp krizi gibi kolay

Bütün şehir üstüme gelicek

Dünyam yıkılacak sanırdım ama olmadı bitti işte

Bir süre gelen gidenler oldu

Beni anlamaya çalıştılar bir işe yaramadı

Sıkıcı ve kasvetliydim

Bazen bütün gün yorganı başımdan aşığı çekip uyudum

Bazende ucuz filmler seyrettim

Günler böyle geçip gitti

Şimdi iyiyim

Sen utanç gecelerinde ben burda

Hepsi bu kadar sonrası yok

Unuttum gitti geberik, unuttum gitti, unuttum gitti

Ben akşamları sevmem, akşamlar sorun yaratır

Ben konuşmayı da sevmem, gidişler hep o gidiştir

Senin geçtiğin yollardan yalnızlık çıkar gelir

Ve böyle akşamlarda içim biraz daha erir

Ben seni sevmedim, ben seni sevmedim

Ben yalan söyledim, çok sevdim

Bırak seveyim rahat edeyim

Ne sızlandım ne ağladım

Sana yalan söylemişler

Sende mutlu sayılmazsın

Başka bir sebep göster

Sen beni yanlış anladın

Kimler gelir kimler geçer

Bende bir melek değilim

Bu gün canım sevişmek ister

Ben bişey demedim, ben bişey demedim

Ben öyle demedim, çok sevdim....

Saygılar Nazan Öncel'e..

Saturday, January 29, 2011

Güzel bir şiir

Daha az seviyorum seni..
Giderek daha az..
Unutur gibi seviyorum..
Azala azala..
Aramızdaki uzaklığın karanlığında..

Geceler kısalıp..gündüzler uzuyor öyle olunca..
Daha az seviyorum seni..
Kendini iyileştiren bir yara gibi..
Daha az..
Ve zamanla..

Sen geceyi tutuyorsun..ben nöbetini..
Uzak dağ kışlalarında..
Görmüyoruz birbirimizi..
Usul usul sis iniyor..
Kopmuş yollara..
Işığı hafif..uykusu ağır koğuşlarda üzerini örtüyorum senin..
Bir çığ gibi büyüyorsun rüyalarımda..
Sevgilim sevgilim
Yıldızları daha büyüktür bazı gecelerin
Nöbet kadar yalnızken öğreneceksin bunu da..

Artık daha az seviyorum seni..
Unutur gibi..ölür gibi daha az..
Yeniden ödetiyorum kendime
Onca aşkın öğretemediğini..
Kolay değildi..
Yalnızca sevgilimi değil..evladımı da kaybettim ben..
Kaç acı birden imtihan etti beni..
Bir tek gece vardır insanın hayatında..
Ömür boyu sürer nöbeti..
Bu da öyleydi..
İyi ol..
Sağ ol..
Uzak ol..
Ama bir daha görme beni..


Sevgili Murathan Mungan'a saygılarımızla

Tuesday, January 25, 2011

vazgeçtim...

GüzeLdi güLüşün.. herkesin kaybettiği, senin bakışlarında saklıydı.. ve her gören aynı hızla inanıyordu sana, oysa sen yalandın baştan sona.Ben ait değilim bu takvime, bekleyebilirim şikayet etmeden.. Bende yıllar bitmez, senin yağmurun bana sökmez.. kimi öptün sormam ben, iflah da olmam kannımca..Keşke bazı şeyleri her hatırlamaktan yorulduğumda hayat bana dese ki; sen yorulma! senin yerine ben unuturum..Kızmam sana beni aldattığın için.. Çünkü biliyorum ki güneş girmek isterse pencereden içeri, perdeyi kapatmayanlardandın sen de..hep kendi kendime dedim ki;ilk bakışta aşık oldun oldun adamım, yoksa ikinci bakışta kimin ne mal olduğunu anlarsın.Bakmadım bende ikinci kere bakmadım işte bir kere baktım ve ilk bakıştaki o aşka inandım.Sessiz ve sakin gitmeli diyorum bazen ruhuma. sonra şahlanıyor içimden birşeyler, sana doğru koşuyor. sonra duvarlarla karşılaşsamda hep diyor ki içimdeki ses " bekle, herşey güzel olacak" duyamamaya başladım artık bu sesi.Yinede hep dedim ki kendime ben onu aklımla duydum kalbimle gördüm.Olmadı.Seninleylen dururum tüm dünyanın karşısında ama sen...sen duramazsın...özür dilemek geliyor içimden ama dilemiceğim...

ben sadece vazgeçtim seni sevmekten...

Thursday, January 20, 2011

hiçbir şey...

Bunları sana sölemicem ama hep sölicekmişim gibi hazırlanırken buluyorum kendimi.


Hiçbir çiçek özlemedi suyu benim seni özlediğim kadar...

Hiçbir kimse bakamadı derine senin baktığın kadar...

Hiçbir şarkı güzel gelmedi senin sölediğin kadar...

Hiçbir bulut beklemedi yağmuru benim seni beklediğim kadar...

Hiçbir gündüz aydın olmadı benim sana kavuştuğum zaman ki kadar...

Hiçbir göz bakmadı bana senin baktığın kadar...

Hiçbir şeye doymamışlığım olmadı sana doyamadığım kadar...

Hiçbir göz parlamadı benim seni gördüğüm kadar...

Hiçbir yüz gülmedi senin gülüşünü gördüğüm kadar...

Hiçbir fanatik bağlanmadı takımına benim sana bağlandığım kadar...

Hiçbir ışık karanlığı aydınlatmadı senin gülüşünün gönlümü aydınlattığı kadar...

Hiçbir yol uzun gelmedi senin gittiğin zaman ki kadar...

Hiçbir düşünce güzel gelmedi senin var olduğunu düşündüğüm kadar...

Hiçbir zaman zaman yavaşlamadı senin yokluğun kadar...

Hiçbir zaman bu denli ben olmadım biz olduğumuz kadar...

Hiçbir çiçek güzel kokmadı artık senin tenini kokladığım kadar...

Hiçbir ses güzel gelmedi senin şarkıların kadar...

Hiçbir aşık bağlanmadı benim sana bağlandığım kadar...

Ve hiçbir anne sevmedi bebeğini benim seni sevdiğim kadar...


sonra da tutup bi cevap alırım "sanane!!" haklısın banane..

Sunday, January 16, 2011

kötü adam(lar)

Çok eskidendi hani daha sizler yoktunuz bunu yaşarken ben.Her zaman tek başıma değildim tabiki sevdiğim bir kız geliyor şu aralar hep aklıma misafir ediyorum onu aklımda.Gerçeği can acıtıyor bitirmeye çalışıyorum içimde olmuyor aklıma geliyor önce kapıyı filan çalmak yok zaten.En baş köşe onun ya hiçbirşeye selam vermeden dümdüz adımlarıyla yürüyor.En baş köşeye oturuyor.Sadece bana bakıyor ve adımı sölüyor.Eğer dışardan birgün beni görürseniz bi yere dalmışım.Yine o aklıma gelmiştir o yüzden dalgınlığım.Oturduğu yerden onu kaldırıp atmak istiyen 1001 düşünce var kafamda.O gelmeden önce oluşturmuşum.O gittiği her an nerden geldiğini bilmediğim iğneler etrafımı çevrelediği için hareket etmek bile istemiyorum.O düşünceler saldırıcak gibi oluyor ona.Tutuyor ve yok ediyorum hepsini.O sadece gülümsüyor.Sonra boş bi bakışla yeniden soruyor gibi sölüyor adımı "Toprak" gözlerimi iki saniyeliğine kapatıp yutkunduktan sonra "efendim?" diyebiliyorum sadece.Bir gün bu savaştığım birşeyler için sabahladığım bir günde uğradığım ve geceyi geçirdiğim bir yerde oldu.Ayık tuttsun diye kafeinli birşeyler içmek için gittim.Tezgahta bekliyorum sipariş vermek için.Gözlerim daldı.Bi yandan adam gelicek mal mal bakıyo olucam korkusu ama diğer yandan burnuma hafif hafif gelen o mükemmel saçlarının kokusu.Birden bi ses "Toprak..." dedi.Yutkunamadım bile...sol elim 3-5 saniyelik titredi."efendim?" dedim.Evet O idi.Ordaydı.Etrafında 1000lerce kurt kendini sağlama almış ama diğerleri o yüzden yaklaşamıyor.O sigara içmeye çıkıyor.Kurtlar peşinde tabi bende =) en azından o bana laf sölemedikçe yanına gitmeme saygısını gösteriyorum.Bence kendine özgü bir şekilde teşekkür de ediyor.Neyse.."efendim?" dedim."Banada bi 3 ü 1 arada alır mısın?" dedi gün içinde belki 15 kişiden duyarım bu lafı ama O istedi ya ne demek sana fabrikalarını aliim ya.Yeterki sen iste.Ne parada ne pul da gözü var ve her işini kendi hallediyor ben onu ilk gördüğümde ne mi dedim... dur hatırliim:


Onu ilk gördüğümde hapisten yeni çıkmışım.Pantolonum yırtık.Arkamı dönmüyorum görmesin diye.Her gece yatarken Onu düşünüyorum.Ulan diyorum Toprak böle güzel bir kız senin gibi bir adama bakar mı ?Sonra bir gün bakıyor.Eriyorum lan eriyorum.Allah'ım diyorum ben bu kızı hakedicek ne yaptım.Sonra diyorum ki Toprak bak değişiceksin.Bu kız için değişiceksin.Kitap okuyucaksın.Adap öğreniceksin.Adam olucaksın diyorum adam.Çünkü Toprak diyorum böle şans hayatta bi kere gelir insana.

Deniyodum lan.Gidicektik.O gitti...